1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu’nun kapıları Türklere açılmış. Ankara ve civarına Selçuklu ve Oğuz Türkleri gelip yerleşmiştir. İlk gelenlerden olan Turasan Şah yesevi dervişi, bir alperendir. Kendisi Horasanlı Bin Duman Ağa’nın oğludur. İran’ın Horasan bölgesinden gelmiştir.
İslam ve Türk kültürünü yaymak için gelen Turasan Şah, Bey ünvanı ile Ankara yöresine yerleşmek istediğinde; orman sıklığı, kar suyunun soğukluğu ve havanın temizliği nedeniyle o zamanki adıyla Akçakavak köyünü yurt edinmiş ve köyün adı Bey Köy olarak anılmaya başlanmıştır. Zamanla Bey Köy’ün etrafındaki beş-on haneli Orta Köy, Hacı Köy, Verena ve Omurlar eşkiya korkusu ve güvensiz ortam nedeni ile beyin himayesine sığınma ihtiyacını hissederler, Bey Köy ile birleşirler. Bu ifadelerden Turasan Bey’in gücünün ve nüfusunun çok fazla olduğunu anlamaktayız. Turasan Şah’a ait elimizdeki en eski kayıt H.826-M1423 yılında kaydedilmiş olan bir vakfiyedir. Bu vakfiye Turasan Bey’in kız kardeşinin oğlu Hızırbali diğer adıyla Yeğen Bey adına kaydedilmiştir.
Vakfiyeden anladığımıza göre vakfiyesini bizzat Turasan Bey’in yazmış olduğunu şu ifadelerden çıkarabiliriz. Adı geçen vakıf, vakfın nezaret ve tevliyetini (mütevelli tayini) sağ olduğu müddetçe kendi nefsine şart eylemiştir. Kendinden sonra öz kız kardeşinin oğlu Emir ve Yeğen Bey adıyla meşhur olan Hızırbali’ye ait olacaktır.
Turasan Şah’ın geldiği tarihle alakalı kaynaklarda kesin bir tarihe rastlanmamakta fakat Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan (1299) öncesine dayandığını bilmekteyiz. Ankara’nın tarihi ile ilgili eski Osmanlı kayıtlarında Turasan Şah’ın ve kurduğu vakfın ismine çok sık rastlandığını görüyoruz. Ankara’nın büyük bir çoğunluğunu mülk edinmiş dünyevi zevkleri bir kenara itip bütün malı ve mülkünü vakıflaştırıp hayır hasenatla insanlara faydalı olabilmek için kullanan bu zat-ı muhteremi ve değerlerini maalesef yeterince koruyamadık, ona sahip çıkamadık. Bu çalışmamız bilhassa ilgisizliğimizi ve ezikliğimizi hafifletmek içindir. Ruhu şad olsun. Bir gün hepimiz toprak olup unutulacağız. Fakat çocuklarımızın ve torunlarımızın her zaman bir Tekke köyü ve türbesinde huzur içinde yatan bir dedeleri olacaktır.
Not: konuyla alakalı ilk bilgiler Evail-i Şevval 826/eylül 1423 tarihli bir vakfiyeye dayanıyor. Aslı Arapça olan bu belgelerde köyleri gelir kaynakları vakfiyesi, öz kızkardeşi fatma hatun ve Hızır bali (yeğen beyden) bahsetmektedir. Bazı konular eksik ve muallaktadır.
Tekke Köyü
Önceleri Kızılcahamam’a bağlı olan köyümüz daha sonra yakınlığı sebebi ile kazan ilçesine geçmiştir. Ankara şehir merkezine uzaklığı 60 km dir. 1960 lar da başlayıp 1980 lere kadar süren göç dalgası geride 35 haneli sakin sessiz bir köy bırakmıştır. Komşuları Çırpan, Çalta, Ali bey, Binkoz ve diğerleride aynı kaderi yaşamaktadır. Köyün o eski kalabalık günlerini bayramlarda tekrar görmek mümkündür. Arefe gününde köyüne gelen köylüler sabah türbede kılınan bayram namazı ile namaz sonrası bayramlaşma ve bayram gezen çocukları görmek mümkündür.
Köyümüzün başlıca geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Ayrıca meyve yetiştiriciliği de yapılmaktadır. Elma, vişne, erik, ceviz ve armut yetişirken; ormanda alıç, ahlat, acı erik, kuşburnu ve böğürtlen yetişir. Ata sporumuz cirit ve güreş yakın bir tarihe kadar köyümüzde oynanırken şuan sadece düğünlerde sinsin oyunu oynanmaktadır.
Tekke Köyü Yardımlaşma ve Biriktirme Derneği
Köyümüzün bir derneği olup köyün hukuki ve sosyal sorunlarıyla ilgilenip ,mevlit cenaze gibi faliyetlerini organize etmektedir. Cenazelerimizi çoğunlukla köy mezarlığına defnederken köy konağında gelen misafire ve köylüye yemek ikram edilir. Acı gününde cenaze sahipleri yalnız bırakılmaz. Köy halkı genel ihtiyaçlarını Salı günü kazanda kurulan pazarda karşılar. Köyümüz karsal iklime sahip olup yaz mevsimi gündüzleri sıcak akşamları serin iken kış mevsimi oldukça çetin geçer. Evlerde su şebekesi mevcut olup köyün içinde gürül gürül akan çeşmeler vardır. Cana yakın sıcak kanlı insanımızla yolu düşen herkese kapımız açıktır.